Çocuk Psikolojisinde Babanın Rolü
Bir Kızılderili atasözü şöyle söyler: “Bebeğini tutan anne bebeğin kulağına ‘Seni rahatlatacağım’ diye fısıldar; baba ise çocuğu dağın tepesine çıkarıp şöyle bağırır, ‘İşte bu dünya, ben seni onunla tanıştıracağım’”.
Bir bebek dünyaya adım attığı andan itibaren, güven, sıcaklık ve istikrarı; fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını giderebildiği ilk yakın ilişkisini annesiyle kurar. Dünyanın güvenilir bir yer olup olmadığına dair kararını da annesine göre şekillendirir. Anne karnından itibaren başlayan bu güçlü ve yakın bağda, baba dışarıda kalan ve nerede dâhil olması gerektiği konusunda tereddütte kalan taraftadır. Hâlbuki baba, tüm bu süreçlerin içinde ve her aşamasında tam anlamıyla var olması gereken, hayatlarımıza tartışılmayacak derecede tesiri olan, önemi yadsınamayacak bir f igürdür. Hayat boyu ihtiyacımız olacak ayakta kalabilme gücü, bir babanın desteği, anlayışı, gücü ve yol göstermesiyle artabilir.
Baba, bir taraftan şefkati, anlayışı, özgürlüğü ve topluma açılmayı, bir taraftan da kuralları ve sınırları temsil eder. Baba, dayanak ve sığınaktır. Nereye gideceğinin, ne kadar koşabileceğinin, nerede düşebileceğinin ve nerede durman gerektiğinin cevaplarının bulunduğu yerdir. Bir babanın eş ve çocuklarının ihtiyaçlarına duyarlı, destekleyici ve etkin katılımı o aile yaşantısının seyrini belirler. Bebeklikten yetişkinliğe uzanan bu özel ilişki, hayatımızın farklı dönemlerine farklı şekillerde sirayet eder ve yetişkinliğimizde de bize eşlik eder. Ama nasıl?
0-3 YAŞ
Bebek, anne karnından itibaren anneyle yakın bir ilişki ve temas halindedir. Doğum sonrasında göbek bağının kesilmesiyle f iziksel ayrışma gerçekleşse de bebeğin ruhsal ayrışması henüz gerçekleşmemiştir. Bebekler, 6. aya kadar annesinin kendinden ayrı bir varlık olduğu bilincinde değildir; kendilerini hâlâ annesinin bir parçası olarak algılarlar. Anne ise, hormonal değişikliklerle birlikte, bebeğin ihtiyaçlarına ve mutluluğuna odaklanmıştır. Babalar, bu yakın ilişkide bebeklerini karınlarında taşımadıkları veya onları emziremedikleri için, kendilerini anne kadar sürece dâhil hissedemeyebilirler. Ancak ilk andan itibaren bebekler, babalarının sevgi ve ilgisine de ihtiyaç duyarlar. Üstelik babaların da bebeklerle bağlanma ilişkisi yaşadığını ve bu ilişkinin bebeklerin gelişimi üzerinde önemli rol oynadığını belirten araştırma bulguları da her geçen gün artmaktadır. Babanın hem anneye annelik rolünde ve bebek bakımında sağladığı destek hem de bebeğe gösterdiği ilgi, uyumlu ve huzurlu bir aile ortamının ilk tohumlarını atmaktadır. Özellikle bu yaş döneminde babanın çocuğun özerkleşmesi üzerinde de önemli bir rolü bulunmaktadır. 6. ve 8. aylardan itibaren anne ve çocuk arasındaki sembiyotik bağ gevşer ve bebek “biz”den “ben”e geçmeye başlar. Bu süreçte anne de bebeğiyle olan ilişkisini bağımlı bir yapıdan ziyade daha sağlıklı bir zemine oturtarak onun özerkleşme serüvenine müsaade etmelidir. Bu da babanın, yani “üçüncü”nün devreye girerek bu ilişkide yer almasıyla olacaktır.
Doğası gereği bağlı ve muhtaç olduğu kadar ayrışmaya da ihtiyaç duyan çocuk, annesiyle kurduğu güvenli bağla birlikte baba ile dış dünyaya açılmaya başlamalıdır. Babanın bu ayrıcı işlevi, aslında çocuğun aklındaki “başkaları” kavramını geliştirerek, ilk defa birini “paylaşması” gerektiğini öğrenmesine de gönderme yapar. Michel Fain’in “aşığın sansürü” olarak nitelendirdiği bu kopuş, çocuğun tüm duygusal yatırımını anneye yapmaktan vazgeçerek “başkalarını sevebilme kapasitesini” geliştirmesine ve anne de kabul ederse “anneden başka bir dünyanın varlığını” keşfetmesine fırsat tanır. Lacan’a göre “babanın adını koyan annedir.” Sağ olsa da olmasa da, babanın anne zihnindeki varlığı ve tezahürü; babayı nasıl algıladığı ve çocuğa nasıl sunduğu sanıldığından çok daha önemlidir. Bu sebeple anne, çocuğun hem duygusal hem de fiziksel bakım ve ihtiyaçlarını karşılamada babanın da aktif olmasına müsaade etmeli, babayı çocuğun zihninde önemli bir konumda tutmalıdır. Çocuk ruhsallığında baba, dış dünyayı, toplumu ve dili de temsil eder. Anne ve bebeğin anlaşmak için dile ihtiyacı yoktur. Bir anne, çocuğun ihtiyaçlarını sözel olmayan yollarla da sezebilir. Ancak babayla birlikte çocuk “simgesel dünya” olarak tanımladığımız aşamaya geçiş yapmalı ve dili kullanmaya başlayarak dış dünyaya açılmalıdır. Bu sebeptendir ki, baba ilişkisinde yaşanan dinamikler ve anneden ayrışamama, zaman zaman dil gelişiminin gecikmesi ve dil sorunlarına sebep olabilmektedir. Özellikle iki yaşından itibaren çocukların babalarıyla ilişkileri iyice pekişmeye başlar. Çocuk, artık yürümeyi ve konuşmayı öğrenmiştir. Koşmak, keşfetmek, kirletmek, oynamak ve dağıtmak ister. Baba bu noktada, kural koyucu olduğu kadar adeta bir oyun ve keşif arkadaşı gibidir. Yapılan araştırmalar çocuğuyla vakit geçiren annelerin genellikle bu zamanı beslenme, altını değiştirme vb. gibi fiziksel ihtiyaçlara odaklı harcadığı; ancak babanın harcadığı vaktin çevreyi ve hayatı keşfettiği durumları içerdiği; daha çok fiziksel etkinliklere, heyecan; atılganlık, mücadele, rekabet ve kendini savunmayı içeren faaliyetlere odaklı olduğu görülmektedir. Aslında anne güven, anlayış ve istikrarı, baba ise keşfi, uyarılmayı ve risk almayı temin eder. Örneğin, çocuğun yürüme ve keşif yolculuğunda, bir babayı düşündüğümüzde, evladının girişimlerine, özgürleşme çabasına destek vermesi, küçük hatalarını tolere
edebilmesi, hatta tehlikeli adımları karşısında eşinin endişelerini sakinleştirmesi fakat çocuğu güvende tutarak tedbir alması çok kıymetlidir. Bu metaforu ve babanın rolünü belki çocuğun tüm hayat yolculuğu için genelleyebiliriz. Bu manada babalar, çocukların ruhsal olarak güçlenmesinde, dış dünyaya açılmasında aktif rol sahibidir. Yine pek çok araştırmada sadece anne tarafından büyütülen çocukların çevreye açılma anlamında zorlandıkları ve bağımlı bir yapıya sahip olma eğilimi gösterdikleri ancak bebeklik sürecinde baba tarafından bakım ve ilgi gören bebeklerin çevreyle iletişim kurmada ve sosyalleşmede daha istekli oldukları, ileriki dönemlerde ise entelektüel gelişim ve empati kurabilme becerisi gibi alanlarda daha başarılı oldukları görülmüştür. Tabii ki bu durum anne ve babanın rollerinin tamamen birbirinden ayrı olduğunu düşündürmemelidir. Babanın da annelik rollerine ve tutumlarına saygı göstermesi; çocuk nezdinde anneyi saygı duyulur konumdan asla çıkarmaması; çocuk bakımında ortak dil kullanmaları; yeri geldiğinde anne kadar anlayışlı ve temkinli hareket etmesi gerektiği yadsınamaz bir gerçektir.
3-6 Yaş
Çocukların iki buçuk ve üç yaş dönemi itibariyle özerkleşme, sorumluluk, inisiyatif alma ve özgüven gibi alanlarda aile tarafından desteklenmesi oldukça önemlidir. Çocukların babalarıyla kurdukları ilişki tarzı, çocukların amaçlarına ulaşmadaki strateji kurma ve problem çözme becerilerini etkilemekte, babanın manevi desteği çocuktaki başarma duygusunun temellerini atmaktadır. Yine baba ile olumlu ilişkiler geliştirmek, çocuklardaki özgüven gelişimini ve toplumda kendini iyi ifade etme becerilerini etkileyebilmektedir. Bu açıdan babaların evlatlarını cesaretlendirmesi, aynı zamanda hataları noktasında da örselemeyen fakat yol gösteren bir tutumda olması yetişkinlikte ayakları yere sağlam basan bireyler yetiştirme noktasında önemli olacaktır. Birey, geçmişine dönüp baktığında babası tarafından teşvik edilmiş, desteklenmiş ve kusurlarının yapıcı bir biçimde iyiye yöneltilmiş olduğunu hissettiğinde, kendinden emin bir şekilde hayat yolunda ilerleyebilecektir. Babanın çocuk ruhsallığındaki en belirgin ve önemli işlevlerinden bir diğeri de “otorite” ve “disiplin”i temin etmesidir. Çocuklar, yapı itibariyle dürtüsel varlıklardır; isteklerini baskılamakta, ötelemekte veya sabır göstermekte güçlük çekerler. Özellikle 2,5-3 yaştan itibaren çocuklar, kuralları ne kadar esnetebileceklerini test ederler. Dolayısıyla çocuğa özgürlük alanı sunmakla birlikte, ebeveynlerin sınırları ve kuralları iyi çizmesi, özellikle babanın frenleyici ve sınır koyucu rolünü sürdürmeye devam etmesi oldukça mühimdir. Hoşlanmadıklarını düşünsek de sınır, çocukları güvende hissettirir. Dolayısıyla bir babanın evladına doğru bir çerçeve çizebilmesi, doğru yönlendirebilmesi, aynı zamanda da sabretmeyi aşılayabilmesi gereklidir. Günümüzde, “arkadaş” olan anne ve baba algısının yaygınlaşması tam manasıyla doğru değildir. Bir çocuğun arkadaştan ziyade önce “anne” ve “babaya” ihtiyacı vardır. Özellikle babaların, evlatlarına koşulsuz sevgi ile anlayışlı, destekleyici ve demokratik tutumlar sergilemeleri önceliklidir. Ancak doğru değerlerin öğretilmesi ve çocukların istenmeyen davranışlardan uzaklaştırılması noktasında net bir tavır koyması ve bunu sürdürme noktasında tutarlı davranması da son derece kritiktir. Bir çocuk, kendisine arkadaşlık edecek pek çok kişi bulabilir. Ancak “baba” rolünün tamamen elden bırakılması ve yetişkin konumundan çıkılması doğru değildir. Bu yüzden babaların bu ince dengeyi kaybetmemeleri, yeni keşiflere arkadaşlık eden eğlenceli bir oyun arkadaşı olduğu kadar yanlışlar karşısında net bir tavır gösteren ve tutarlı olan bu yapıyı sürdüren bir role de sahip olduklarını unutmamaları mühimdir.
Yine bu yaş döneminde cinsel kimlik gelişiminin temelleri atılmaktadır. Aile içindeki davranış örüntüleri ve cinsiyet rolleri, ergenliğe uzanan sürece kadar çocuğun zihninde yer etmeye başlayacaktır. Erkek çocuklarının bu dönemde babasıyla özdeşim kurarak davranışlarını modellediği ve babasının annesine olan yaklaşım ve tutumlarını gözlemlediği; kız çocuklarının ise tanıdığı ilk erkek olan babasıyla birlikte erkek dünyasına yönelik algılarının oluşmaya başladığı ve bu ilişkinin gelecekte kuracağı yakın ilişki dinamiklerini etkileyebildiği bilinmektedir. Yetişkinlik döneminde “babası gibi olmayan bir adam olmak” veya “babası gibi bir adamı sevmek” gibi söylemlerin temeli bu yaşlardan itibaren şekillenir. Çocuklar karşılarında, eleştirel, baskıcı, anlayışlı, müsamahakâr, demokratik, tutarsız, ilgisiz veya sevgi dolu bir baba modeli görürler. Örneğin bir erkek çocuk, büyüdüğünde maruz kaldığı bu yaklaşımlardan birini içselleştirebilir veya baba olduğunda “babası gibi bir baba” olmayı veya tam tersini isteyebilir. Aynı şekilde kız çocukları da yetişkinliğinde babasına benzer tutumlarda bulunan veya “babası gibi olmayan” bir eş tercihi yapabilirler.
6-12
Okul çağıyla birlikte annebaba-çocuk üçgenine artık okul da dâhil olmaya başlar. Çocukların tüm gündemi okulda yaşadıkları; arkadaşlık ilişkileri ve öğrendikleri olabilir. Hatta anne ve babasıyla birlikte zaman zaman öğretmenlerinin de tutum ve davranışlarını içselleştirebilirler.
Günümüzde okul çağından itibaren eğitim faaliyetleri ve akademik takip annelere bırakılmıştır. Ancak babanın çocuğun akademik hayatında aktif rolde bulunmasının, çocuğun okula karşı tutumunu, motivasyonunu ve bilişsel becerilerini olumlu etkilediği bilinen bir gerçektir. Babayla birlikte yapılan akademik etkinlikler, zengin uyaranlarla da desteklenince (oyunlar, geziler, kitaplar, ortak ilgi alanları vb.) çocuğa farklı deneyimler sağlayarak zekasını da olumlu yönde etkiler. Öğrencinin akademik başarısına olan etkisine ek olarak, çocukların okul dışı fiziksel, sosyal ve sanatsal faaliyetlerinde babanın yönlendirici ve teşvik edici olması, çocuğun özgüven gelişimi için de önemlidir. Bir babanın çocuğuna inanması ve desteklemesi, çocuğun yetişkinlikteki kendine inanç mekanizmasına katkı sağlamaktadır.
Özgüven gelişimi dışında, çocuklardaki iç kontrolün oturması da yine baba ile kurulan ilişkiyle beslenmektedir. Çocuklar, olumsuzluk karşısında üzülebilir, öfkelenebilir hatta duygularını kriz boyutunda yaşayabilir. Tıpkı anne gibi, babanın da bu tip tutumlar karşısında sakinliğini koruyarak, anlamaya çalışarak ancak yapılması gereken konusunda da yol göstererek, çocuğa rehberlik etmesi gereklidir. Bu rehberlik hem duygu kontrolü ve problem çözme becerileri noktasında çocuğu geliştirecek hem de davranışsal ve sosyal uyum ile akran ilişkileri gibi konularda daha az sıkıntı yaşamasını sağlayacaktır.
12 Yaş ve Sonrası
Ergenlik dönemi, bedendeki ve hormonlardaki değişimler ile birlikte duygu, davranış ve bilişsel işlevlerde belirgin farklılıkların oluştuğu, çocukluktan yetişkinliğe Bir babanın, ergenlik dönemine gelmeden, evladıyla zaten nitelikli bir bağ kurmuş olması beklenir. Küçük yaşlardan itibaren çocuğun hayatında etkin katılım sağlamış babaların çocukları, ergenlik döneminde duygusal ve davranışsal problemleri ve uyum sıkıntılarını daha az yaşamaktadır. Bununla birlikte araştırmalar, babalarıyla çocukluktan süreci sabırla karşılayarak, gencin tercihlerine saygı göstermeye ve seçimlerini anlamaya çalışması, ancak ailenin kural ve sınırlarını yerinde ve uygun bir biçimde hatırlatma misyonunu elden bırakmaması önemlidir. Tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi, her ne kadar karşı çıkıyor gibi gözükseler de tam manasıyla yetişkinliğe geçiş olmadığı için “gerekli” sınırlar ve çerçeveler genci güvende hissettirir. Ve tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi anlayışlı ve koruyucu görevinin yanında tercihlerine saygı gösteren ancak sınırları tutarlı bir şekilde koruyan baba figürüne ihtiyaç duymaktalardır. geçiş sancılarının yaşandığı bir dönemdir. Ergenlik dönemi, aynı zamanda bize diğer gelişim dönemlerinin nasıl atlatıldığını da anlatabilir. Yani çocukluk serüveninin zorlu geçmiş olması bu dönemin nasıl seyredeceğinin sinyallerini verebilir. Ancak her şey yolunda bile gitmiş olsa, ergenlik döneminde gençler, genellikle anne ve babalarının bakış açılarını sorgulayarak onlarla çatışabilir ve otoriteye karşı gelebilirler. Kendi farklı yöntem ve stratejilerini deneyerek, ayrışmak ve farklılaşmak isterler.
Bir babanın, ergenlik dönemine gelmeden, evladıyla zaten nitelikli bir bağ kurmuş olması beklenir. Küçük yaşlardan itibaren çocuğun hayatında etkin katılım sağlamış babaların çocukları, ergenlik döneminde duygusal ve davranışsal problemleri ve uyum sıkıntılarını daha az yaşamaktadır. Bununla birlikte araştırmalar, babalarıyla çocukluktan itibaren etkili bir bağ kurabilmiş gençlerin olumlu benlik saygısı geliştirdiğini, aynı zamanda sosyal becerilerinin daha geliştiğini, akranlarıyla daha az çatışma yaşadıklarını göstermiştir.
Çocukluk sürecinden bu yana idealize edilen, farklı bir yere konulan babaların, ergenlik döneminde evlatları tarafından “eskisi gibi” sevilmedikleri hissiyatına kapılması çok normaldir. Ancak, bu kafa karışıklıklarının geçici bir dönem olduğu hatırlanmalıdır. Özellikle babaların yapması gereken bu süreci sabırla karşılayarak, gencin tercihlerine saygı göstermeye ve seçimlerini anlamaya çalışması, ancak ailenin kural ve sınırlarını yerinde ve uygun bir biçimde hatırlatma misyonunu elden bırakmaması önemlidir. Tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi, her ne kadar karşı çıkıyor gibi gözükseler de tam manasıyla yetişkinliğe geçiş olmadığı için “gerekli” sınırlar ve çerçeveler genci güvende hissettirir. Ve tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi anlayışlı ve koruyucu görevinin yanında tercihlerine saygı gösteren ancak sınırları tutarlı bir şekilde koruyan baba figürüne ihtiyaç duymaktalardır.
Yetişkinliğe uzanan yolda bize eşlik eden ve yetişkinlikte de bizi bırakmayan babaların belki de daha çok konuşulması ve anlatılması gerek. Özellikle yıllar geçtikçe babaların, çocuk yetiştirme sürecine daha fazla dâhil olmaları, çocuklarla ilgili gelişmeleri daha yakından takip etmeleri ve onlarla daha nitelikli bir bağ kurmaya gayret etmeleri oldukça sevindiricidir.
Bu sevindirici tablonun gelecekte çok daha yaygınlaşacağını ümit etmekteyiz. Babası yanındayken mutlu olabilen, babalarına küsmeyen veya onları affedebilen evlatların çoğalması dileğiyle.